Keşke Gerçek Olsa / Marc Levy | Kitap Yorumu

10:53






Kitap Adı: Keşke Gerçek Olsa ( Et si c'ètait vrai #1 )
Yazarı: Marc Levy
Orijinal Adı: Et si c'ètait vrai
İngilizce Adı: If Only It Were True
Sayfa Sayısı: 225
Yayınevi: Can Yayınları
Puanım: 4/5
Goodreads Puanı: 3,6/5

Arka Kapak:

İşten eve yorgun döndüğünüz bir gün, banyo dolabınızın içinde bir kadın bulsanız ne yapardınız? Hele bu kadını sizden başka kimse görüp sesini duyamıyorsa? Genç ve güzel bir doktor olan Lauren, bir trafik kazası sonucu bitkisel yaşama girer ve çalıştığı hastaneye getirilir. Lauren'in bedeni hastanenin yoğun bakım odasında yatarken ruhu özgürce dolaşmaya başlar. Lauren'in ruhunun en önce gittiği yer elbette yıllarca oturmuş olduğu, ama bitkisel yaşama girdikten sonra genç Amerikalı mimar Arthur'a kiralanmış olan apartman dairesidir. Ayrılmaz ikili gibi birlikte yaşamaya başlayan Lauren ile inanılmaz olana inanan Arthur'un arasında duygusal bir yakınlaşma olması kaçınılmazdır. Öte yandan Lauren'in görünmez bedeniyle katıldığı bu birliktelik, genç adamın başını derde sokmakta gecikmeyecektir. Kimi zaman güldüren, kimi zaman hüzünlediren anlatımıyla Keşke Gerçek Olsa modern bir peri masalı. Beklenmedik bir sona ulaşana kadar bir solukta okunan roman, Fransa'da 2000 yılında yayınlanır yayınlanmaz çok satan kitaplar listesinin ilk sırasına oturdu ve bu yerini haftalarca korudu. İzmir kökenli bir aileden gelen Marc Levy'nin çeşitli ödüller alan, bugüne kadar yirmi sekiz dile çevrilen ve bir milyondan fazla okura ulaşan bu romanı, ünlü yönetmen Steven Spielberg tarafından yakından filme de çekilecek.






"Vah vah, bana bir kahve bile yapamayacaksan, seninle gelecek umudumuz yok demektir. Sana bağlandığım filan yok, Lauren; ne sana ne de bir başkasına. Seninle dolabımın içinde karşılaşmayı ben istemedim; ama sen oradaydın; hayat, böyledir işte."




Arka Kapak yazısında filme çekilecek diye belirtiliyor yalnız zaten çoktan filmi çekildi kitabın, ben izlemedim ama tabii. Kitaba bir beklentim olmadan başladım açıkçası, beklentisiz okumayı sürdürdüm ve sonuçtan memnun muyum, memnunum. Güzel bir romandı, hani kendinizi alıp götüren farklı dünyalara çeken bir romandı bana kalırsa. Sıkılmadan okuduğumu söyleyebilirim. Kurgusu gerçekten ilginç ve belki tahmin edilebilir olaylar taşıyor olsa dahi kitabı gerçekten keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Bilmiyorum, bence güzeldi kitap. "Hah, şu karakteri çok sevdim ben!" gibi bir olay olmadı, ama kitabı genel hâliyle beğendim, kurgusunu okursanız ilginizi çekeceğini de düşünüyorum açıkçası. Bence olayların akışını durağan değil de olması gerektiği gibi ayarlamış bana kalırsa yazar, bir de yine burada da ayrı ayrı karakterlerin bakış açısına doğru geçince bunda da bir duraklamadım değil ama çok da zorlanmadan okudum. Olaylar nasıl gelişecek diye merak ettim mi, ettim evet. Çünkü bu da aslında tamamen kurgudan dolayıydı.
Lauren'le başlamasıyla kitabın dedim başkarakterimiz bu, nasıl ilerleyecek acaba diye düşünüyordum, ki bir de arka kapak yazısına bakmamıştım bile konusunu dahi bilmeden açıp okumaya başladım ve birden olaylar gerçekleşince nasıl olacak nasıl gelişecek bundan sonrası diye merak etmeye başlamıştım. Yine baştaki doktorla da bir bağlantı da olacak mı diye düşünürken ondan da tamamen bağımsız bir şekilde gerçekleşti olay. Yani aslında o bölümü tam anlayamamış olabilirim, şimdi neden onu ekledi yazar diye düşünüyorum. Sanırım olayların akışını düzenleyebilmek için bir yardımcı karakter lazımdı, yazar da ortaya onu attı. Sonradan Arthur'un devreye girmesiyle olaylar ilerlemeye başladı tabii.
Arthur'un anlattığı Coco hikâyesinden çok etkilendim gerçekten ve Arthur'un bu Lauren'e olsun her şeye karşı olan cesur tavrını takdir ettim gerçekten. Kitapta bize o çok güzel yansıtılmıştı. Ayrıca fark ettim ki, Lauren için her şeyi yapabilirdi. Bir de şu köpek olayında Lauren'den ona sarılmasını istemesi ve bunun üzerine Lauren'in "Bana köpeğin yüzü suyu hürmetine sarılıyor" diye söylenmesine bildiğiniz güldüm. Ve tabii bir de Arthur'un hem ortağı hem de dostu olan Paul'u da sevdim ben, dostlukları için ilk başta emin olamasam da, sonralardan benimsedim.
Kitapta belki de anlatılmak istenen şey "zaman" kavramıydı, bir yerde zaten bundan dile getirdi Lauren, o bölümü de çok severek okudum. Zamanın gerçekten önemini çok güzel anlatmıştı.
Sırf konusundan ötürü bence ilginizi çekebilir diye tahmin ediyorum, bence keyifli bir romandı, tavsiye edebilirim.






Kanepede oturan, sekizinde ancak gösteren bir oğlan, annesinin kollarına gömülmüştü. Annenin elinde kocaman bir kitap vardı; oğluna, birlikte keşfettikleri resimleri anlatıyordu. Sol elinin işaret parmağıyla, şefkatten ağırlaşmış, yavaş hareketlerle çocuğun yanağını okşuyordu. Gülümsediği zaman, yanaklarındaki iki gamza iki minyatür güneş gibi ışıldıyordu. Arthur uzun zaman gözlerini ana-oğuldan ayıramadı.
"Nereye bakıyorsun," diye sordu Lauren.
"Gerçek bir mutluluk ânına."



"Beni nasıl görüyorsunuz?" diye yeniden söze girdi.
"Soruyu anlamadım."
"Nasıl görünüyorum, kendimi aynada göremiyorum ben; nasıl görünüyorum?"
"Kafanız karışık, kafanız çok karışık sizin," dedi Arthur umursamaz bir havayla.

You Might Also Like

0 yorum

Like us on Facebook

Flickr Images