Zehr-i Bal / Sezgin Irmak | Kitap Yorumu

03:21





Kitap Adı: Zehr-i Bal ( Zehr-i Bal #1 )
Yazarı: Sezgin Irmak
Sayfa Sayısı: 304
Yayınevi: Portakal Kitap
Puanım: 5/5
Goodreads Puanı: 3,67/5

Arka Kapak:

“Bir kovanda sadece tek bir kraliçe arı olur. Yürekte ikincisine yer yoktur,” dedi Halim Efendi, duraksadı ve endişeli gözlerle Kalaycı Hamza’yı süzdü, “yoksa...”
“Yoksa bal olmaz değil mi?”
“Bal zehirlenir evlat!”
Aşk... Tarih... Polisiye...
1870 yılında başlayan çarpıcı ve sürükleyici bir aşk hikâyesi...
Dönemin Üsküdar Kadısı Rauf Efendi’nin güzeller güzeli biricik kızı Gülpare ile ailesini çocuk yaşta kaybetmiş, bıçkın bir delikanlı olan Kalaycı Hamza’nın yolları bir adakla kesişir. Aşkın zehri ilk görüşte onları sararken hesaba katmadıkları bir şeyler vardır: Sultan karşıtı bir isyan, gizli bir aşk ve acı kayıplar.
Sultan’a sadakatiyle bilindiği için başı belada olan Rauf Efendi’nin hayatını şans eseri kurtaran Hamza da artık topun ağzındadır. Kadı’nın gözüne girmeyi başaran Hamza, yanına aldığı yeni dostu Rıfkı, Gazi Berber Selim ve Turşucu Bekir ile bu olayı gün ışığına çıkarmaya çalışacak ve Kor Cevat ile adamlarını alaşağı etmek için savaş verecektir.
Bir yanda yüreğini kuşatan Gülpare’nin aşkı; diğer yanda ortasında kaldığı bir isyan...
Ancak kader zaten en başından yazılmıştır.
Dönemin ruhunu hissettiren romana özel albümüyle, Sezgin Irmak’ın kaleminden bir üçlemenin ilk romanı;
Zehr-i Bal…
“İlk kez korkuyorum! Ya aynı zehir sende yoksa?”






Daha kitaba başlar başlamaz kitabın gerçekten övüldüğü kadar güzel olduğunu tahmin etmiştim açıkçası. Şöyle ki, Gülpare'nin bu güller hakkındaki inceliği beni okumaya başladığım gibi hem şaşırttı hem de çok etkiledi. Adak adadığı için gülleri tek tek koparmak zorunda kalıp şerbetini yapmak kaderinde aslında nasıl da yazılmıştı. "Gülün şerbeti mi olurmuş?" demeyin siz de, Kalaycı gibi. Olur elbet. Hem de öyle bir güzel olur ki... 
Bir gül şerbetinden yola çıkıldı ve nerelere varıldı, dedim ya kaderde yazılıymış aslında her şey onlar için. Hele de Gülpare'nin hocası Halim Bey'in gül şerbetinin yüzeyinde ne gördüğüne dair kafa yorup da içimde de bir korku hasıl olmuştu ister istemez. Müderris Halim Bey'in "Kalaycı" demesiyle, o anlık bende bir şey çağrıştırmayınca, okudukça nelerin geleceğine dair tahminlerde de bulunmaya başladım. Kitap okudukça kendisini açtı, sırlar bir bir açıldı. Arka kapak yazısında da belirtildiği gibi hiç beklemediğim bir şekilde hem aşk, hem tarih kokan, hem de polisiye bir kitabı okudum. Bu kadar olayın olmasını hiç tahmin etmiyordum. Böyle bir romanın elime geçmiş olabileceğini de düşünmemiştim. Ama hiç ummadığım şeyler oldu ve ben kitap boyunca şaşırmaktan kendimi alamadım.
Daha okumamış ve okumayı ciddiyetle düşünenlere şu tavsiyeyi versem iyi olabilir bence. Bu kitabın arka kapak yazısına bakmayın, bakmadan okumaya başlayın. İnanın ki o zaman kitap sizi daha da etkileyecek, ummadığınız şeylere şahitlik edeceksiniz belki de. Çünkü belki arka kapak yazısını okursanız okuma isteğiniz sönedebilir. Yine de merak edici, ama bazı şeylerin belirtildiği bir arka kapak yazısı olunca ben derim ki bunları siz tahmin edin. Olaylar geliştikçe, "Aa bu böyleymiş, bu şu adammış" gibi yorumlarda bulunabilesiniz benim gibi böylece. Çünkü ben okumadığım için mutluyum ve kitap boyunca daha neler çıkacak başımıza, diyerek şaşırdığımı söyleyebilirim. Merak uyandırıcı ve aynı zamanda şiirlerle bezeli bir kitap. Şiirlerin ahengini, uyumunu, gönülden gelmesini okurken hissedebiliyorsunuz. Yazılan her bir şiire mest oldum. Çok güzellerdi, Gülpare ve Hamza... Hamza, görünüşünün aksine belki de şiir ruhlu bir adam olduğunu kanıtladı gözümde, Gülpare ise çok ince, naif birisi. Onların ilk buluşma anları bile öyle şahane yorumlanmıştı ki Sezgin Irmak tarafından... Hayran kaldım.
Ve serinin ilk kitabının o sonu... Ne diyeceğimi bilmiyorum.
Hayatınızın okuduktan sonraki iyi kileriniz oluşur ya birden, bu kitap da benim iyi kilerimdendi. Şans verin demeyeceğim, bu kitabı kesinlikle okuyun diyeceğim. Çok çok güzeldi.






"Ne olur teyze, sen devam et, daha fazla kaldıramayacağım."
"Üstüme iyilik sağlık! Bu senin yeminin, sen yapacaksın!"
"Başka bir yolu olamaz mı? Sanki canları acıyor..."
O anda içlerini titreten, derin bir ses duyuldu. Bu, Müderris Halim Efendi'den başkası değildi.
"Güllerin canı ne zaman yanar bilir misin kızım?"
Gülpare sevinçle sesin geldiği bahçe kapısına doğru döndü. Ancak soruyu bir kez daha ve dikkatle düşündüğünde yüzü eski hâlini almıştı.
"Koparıldığında mı?"
"Hayır, koklanmadığında..."


🌹


Müderris Halim Efendi'nin ahlak derslerinden edindiği bir cümleyi kendisine düstur edinmişti; "Bir Müslüman kadının zevcesine verebileceği en büyük armağan, kimseye lütfetmediği samimi gülüşüdür."


🌹


"Herkesin ağzında bir güldür gidiyor! Gülün şerbeti mi olurmuş?"
Gülpare belki de hayatında ilk kez bu şekilde birini incitmeye çalışıyordu. Canı yanmıştı ve şu anda tek amacı, başarabildiği kadarıyla canını yakan kişiden öfkesini çıkarmaktı. Dilruba Hanım duyduklarının şaşkınlığıyla bu şekilde konuşmaması için onu dürtse de susturamayacağını gayet iyi biliyordu.
Kalaycı bu sesle birlikte bakır bardağı masaya bıraktı ve oturduğu yerde arkasını döndü. O an daha önce söylediği sözleri yineleyen Gülpare ile göz göze geldi. Dili tutulmuştu.
Sadece, "Gülden şerbet olurmuş," deyip utanç içinde Gülpare'den gözlerini kaçırdı.


🌹


Gözlerinde kayboluyor, sadece onu izlemek istiyordu. Büyüye inansa, bunun en büyük büyülerden biri olduğunu söyleyebilirdi. Bu mevsimi hiç tatmamıştı belki ama özlediğini hissediyordu. Hiç tatmadığı bir şeyi insan özleyebilir miydi?


🌹


"Ya bu hayatımın sınavında çıkacak en zor soruysa? Ya evliyse? Ya gayrimüslimse? Ya gerçek aşk bu değilse? Şimdi ne yapacağım?"
Bu düşüncelerle gittikçe büyüyen dolunaya odaklandı bakışları. Aniden hocası Müderris Halim Efendi'nin uyarıları geldi aklına.
"Her aşk kendini ele verir. Bir şey yapmana gerek yok!"


🌹


"Hamza Efendi! Hamza Efendi!"
Hamza istediğini elde etmişçesine gülümseyerek arkasını döndü.
"Bana mı seslendiniz?"
"Evet, fesinizi unutmuşsunuz."
"Yok, unutmadım! Sadece merak ettim."
Gülpare nefes alamıyordu. Bu adamın gülümseyerek kendinden bu kadar emin konuşmasına hayran kalmıştı.
"Neyi merak ettiniz?"
"Gözleriniz mum ışığında mı, yoksa ay ışığında mı yanar? Yüreğiniz bana baktığında mı, yoksa utandığında mı kanar?"
Gülpare elinde tuttuğu fesi Hamza'nın avuçlarına atar gibi bıraktı ve ne yapacağını şaşırarak fistanını toplayarak içeri doğru koşmaya başladı. Ta ki Hamza'nın sesini yeniden işitene kadar...
"Yüreğime hoş geldin Güllerin Annesi."


🌹


"Sana tek söyleyeceğim söz şudur ki bir kovanda sadece tek bir kraliçe arı olur. Yürekte ikincisine yer yoktur," dedi Halim Efendi, duraksadı ve endişeli gözlerle Kalaycı Hamza'yı süzdü, "yoksa..."
"Yoksa bal olmaz değil mi?"
"Bal zehirlenir evlat!"






You Might Also Like

0 yorum

Like us on Facebook

Flickr Images